
R. Bülent TARHAN / Kamu Çalışanları Yönünden Sivil Anayasa Tartışması
Her rejim, kendi hukukuyla birlikte gelir. ‘Hikmeti hükümet’ ya da polis devleti (polizeistaat) anlayışında getirilen kuralların, hukukun evrensel doğrularından sapması kaçınılmazdır. 12 Eylül’ün ayrılmaz bir parçası olan 82 Anayasası’nın da yer yer ‘Hikmeti hükümet’ anlayışından izler taşıdığı ve evrensel hukuk kurallarıyla çeliştiği kuşkusuzdur.
Yazımızın başlığıyla bağlantılı bir örnek vermek gerekirse; mevcut Anayasa’nın 129’uncu maddesinin 3’üncü fıkrası uyarınca uyarma ve kınama cezalarına karşı yargıya başvurulamaması, temel bir insan hakkı olan ve başta 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirisi olmak üzere birçok uluslararası sözleşmede yer alan ‘adil yargılanma hakkı’nın ihlali niteliğindedir.
1982 Anayasası’nın temel paradigmasına uygun olarak düzenlenen disiplin suç ve cezaları, ceza normlarında bulunması gereken açıklık, anlaşılabilirlik ve somutluk ölçütlerini içermediği gibi, kimi temel özgürlük alanlarını da ihlal etmektedir.
Bir başka dikkat çeken düzenleme, Devlet Memurları Kanunu’nda 1980 sonrasında yapılan değişikliklerle getirilen ‘İkamet ettiği ilin hudutlarını izinsiz terk etmek’ fiilidir. Yaptırımı oldukça ağır ve anayasal seyahat özgürlüğüyle bağdaşmadığı açık olan fiille ilgili düzenlemelerde sayın Bülent Ulusu’nun başbakanlığı döneminde o kadar ileriye gidilmiştir ki; o dönemde yayımlanan bir yönergeyle başbakanlık personelinin doğrudan Başbakanlık müsteşarından izin almadan yurtdışına çıkmaları yasaklanmıştır. Başbakanlık özelindeki bu uygulama daha sonra tüm kamu kurumlarını kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmıştır.
Yine Devlet Memurları Kanunu’nun 125’inci maddesinde yer alan ‘görev mahallinde yasak kitap bulundurma’ fiili ile ‘ideoloji’ ve ‘siyaset’ kavramlarına göndermede bulunmak suretiyle yapılan disiplin suçu tanımlarının da çağdaş hukukun temel ilkeleriyle ne denli bağdaştığı ayrıca tartışılmalıdır. Memurlar ve diğer kamu görevlilerine siyaset yasağının konulması, kamu çalışanlarının -grev ve toplu sözleşmeli sendikal örgütlenmesi bir yana- dernek biçiminde örgütlenmelerine dahi evrensel uygulamalardan sapan sınırlamalar getirilmesi; 1982 Anayasası paradigmasının kamu görevlileri ölçeğindeki yansımalarıdır.
Kamuoyuna yansıyan ‘sivil’ anayasa taslağının 1982 Anayasası’ndaki ‘adil yargılanma hakkı’ ile çelişen olumsuzluğu giderdiği; ancak kamu çalışanlarıyla ilgili diğer konularda 1982 Anayasası’nın yaklaşımından çok da farklı düzenlemeleri içermediği görülmektedir. Hatta bazı alanlarda 82 Anayasası’nı aşan kısıtlamalar söz konusudur. Örneğin, 82 Anayasası yargıç ve savcıların dernek kurma özgürlüğüne sınırlama getirmezken, taslak, yargıç ve savcıların dernek kurmasının engellenmesinin yolunu açmaktadır. Oysa, AB müzakere süreci kapsamında yapılan alt komisyon toplantılarında Avrupa Komisyonu uzmanlarının ‘adalet’ alanında ısrarla vurgu yaptıkları konulardan biri ‘yargıç ve savcıların örgütlenme özgürlüğü’dür.
Bazı değerli gazeteci-yazarlarımız, bir yargıcın bir vekilden lojman talebini, adı geçen milletvekili ve yargıcın sujesi olacağı olası bir davada yargılamanın nesnelliğine kuşku düşüreceği gerekçesiyle eleştirmişlerdir. ‘Sivil’ anayasa taslağı, Hâkim ve Savcılar Kurulu’na seçilecek üyelerden bir bölümünün, birinci sınıf hakim ve savcılar arasından TBMM tarafından seçilmesini öngörmektedir. TBMM üyeleri nezdinde kulis faaliyeti yürütecek hâkim ve savcıların yapacağı soruşturma ve yargılamalarda bu sakınca daha ağır bir biçimde söz konusu olmayacak mıdır?
Taslaktaki, memur ve diğer kamu görevlilerinin yargılanmasıyla ilgili düzenleme -mevcut Anayasa’daki ‘kovuşturma’ kavramını muhafaza ederek- savcıların soruşturma tekeli önündeki anayasal engeli kaldırmaktaysa da, ‘kovuşturma’ yönünden istisna getirilebileceğini öngörerek evrensel ‘yargılama birliği’ ilkesinden sapmaktadır. ‘Sivil’ anayasa tartışmalarına anayasaların hazırlık felsefesi yönünden de bir örnekle katkıda bulunmak isterim: İspanya’da Franco falanjizmi sırasında direnişçiler, aydınlar ve hukukçular demokrasiye geçildiğinde yasallaştırılmak üzere bir anayasa tasarısı hazırlıklarına başlamışlar; ancak tasarı metinlerini üzerinde taşıyanların ağır cezalara çarptırılması nedeniyle güvenli bir iletişim yolu aramışlar: İspanya’da kadınların pudra kutularının mahremiyeti varmış; kocaları dahi pudra kutularını açamazmış. Direnişçiler de, sorunu, metinleri pudra kutuları içinde birbirlerine ileterek çözmüşler. Şimdi 1978 İspanyol Anayasası pirinç bir pudra kutusu içinde sergileniyor.
Kıssadan hisse: Gerçekten sivil, sağlıklı ve kalıcı anayasalar, dipten gelen dalgalarla hazırlanır…