ADALET BEKADIR
Hz. Ömer’ in çok bilinen bir sözü var: “ Adalet mülkün temelidir.” Burada mülk devlet anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu söze göre devletlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri adaletle hükmetmeleri şartına bağlıdır.
Beka kalıcılık, ölmezlik, süreklilik anlamlarına gelmektedir. Buna göre kalıcı olma, varlığını sürekli kılma adaletle mümkün olmaktadır.
Peki bu kadar idealize edilen adalet nedir? Adaletten ne anlamak gerekir? Adil bir devlet nasıl olur?
Adalet, insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır ve tüm hukuk sistemlerine yerleşmiştir. Adalet dediğimizde hemen arkasından hak ve hukuk kavramları gelir. Hak, genel olarak kanunların, kuralların, hukuk sisteminin kişilere verdiği yetki veya imkan olarak tanımlanabilir. Bir başka şekilde de kişilerin hukuk düzeni tarafından korunan çıkarları olarak ifade edebiliriz. Meşru zeminde bir hak olması için mutlaka meşru zeminde verilmiş bir yetki veya imkan olması ya da korunan bir menfaat olması gerekir. Hukuk ise basit bir şekilde açıklayacak olursak, toplumsal hayatı düzenleyen ve uyulması kamu gücü ve yaptırımıyla desteklenmiş olan kuralların bütünü olarak tanımlanabilir. Literatürde toplumda uygulanan ve mer’i olan hukuk kurallarına pozitif hukuk denilmektedir. Dolayısıyla hak pozitif hukukun verdiği yetkiyi veya koruduğu menfaati ifade etmektedir. Burada ele aldığımız konu adalet olduğundan, pozitif hukukun da adil olup olmaması önem kazanmaktadır. Bu noktada doğal hukuk veya ideal hukuk kavramı söz konusu olmaktadır. İdeal hukuk toplumun yapısına, doğasına, gereksinimlerine ve insanın fıtratına en uygun kuralları bulmayı hedeflemektedir.
Peki burada adalet nerede durmaktadır?
Her şeyden önce adalet, herkesin aklına gelebileceği üzere hak ve hukuk kavramları ile yakından ilgilidir. Adalet hakkı teslim etmek, herkese hakkını vermektir. Hakka uygunluğu, haklı ile haksızın ayırt edilmesini ifade etmektedir. Herkese hakkı verildiğinde her şeyin dengede olması, her şeyin yerli yerinde olması söz konusu olmaktadır. Tersini düşündüğümüzde adalet kavramı daha iyi anlaşılabilmektedir. Adaletin tersi zulümdür. Zulüm haklıya hakkını vermemektir. Görüldüğü üzere adalet kavramı hak kavramı, hak kavramı da hukuk kavramı kapsamında anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla adalet kavramı hukuka uygunlukla doğrudan alakalı olmaktadır. Bu noktada, mevcut hukuk düzeninin (pozitif hukukun) ideal hukuka uygun olması da adaleti yakından etkilemektedir. Bundan dolayı adaletin gerektiği gibi tecelli etmesi de bununla yakından ilişkilidir. Bir başka ifadeyle pozitif hukukun doğal hukuka daha uygun olduğu toplumlarda, adaletin göreceli olarak daha iyi düzeyde tecelli edebileceği söylenebilir. Buna göre, hak ve adaleti sadece yasalara uygunluk noktasında tanımlamanın yeterli olmadığı açıktır. Zira yasalar hukuka aykırı olabilir.
Bu bağlamda adaleti; hukukun toplumun yapısına, doğasına ve gereksinimlerine uygun olduğu, her şeyin yerli yerinde olduğu ve dengede olduğu bir durum olarak görmek gerekir. Bunu gerçekleştiren toplumlar adil bir devlet düzeni kurmuş demektir. Her şeyin dengede olduğu, herkese hakkının verildiği, dolayısıyla zulmün olmadığı toplumlarda kaosun olmayacağını, barışın ve huzurun olacağını söyleyebiliriz. Barış ve huzur olduğunda da toplumlar gelişir ve kalkınır. Her ne kadar İbni Haldun’ un ifade ettiği gibi, devletler de doğar, gelişir ve yok olurlarsa (yıkılır) da, adaletin tecelli ettiği devletler daha uzun süre varlığını sürdürürler.
Tarihten örneklerle konuyu somutlaştıracak olursak, Muaviye tarafından 661 yılından kurulan Emevi Devleti sadece 89 sene hüküm sürerek 750 yılında yıkılmıştır. Emevi Devletinin yıkılma nedenleri arasında Müslümanlar arasında ayrımcılık yapmaları (Arap olmayan Müslümanlara mevâlî-köle- diyorlar ve devlet yönetiminden, ordudan uzak tutuyorlardı), kabilecilik yapmaları, kötü yönetim uygulamaları, özellikle Muaviye ve Yezid döneminde Hz. Muhammed’in (SAV) soyundan gelenlere yapılan kötü muameleler gösterilmektedir. Bu uygulamaların adil olmadığı, tersine zulüm olduğu aşikardır. Bu zulüm de devletler için çok kısa olan 89 yıl gibi bir zaman içinde yıkılmalarına neden olmuştur. Emevilerin yıkılmasında sonra 750 yılında kurulan Abbasiler Devleti 508 sene varlığını sürdürerek, 1258 yılında yıkılmıştır. Bunun arka planında, Abbasilerin Emevilerin yukarıda bahsedilen zulüm düzenini yıkarak, göreceli olarak daha adil bir devlet düzeni kurmaları yatmaktadır.
Başka bir örnek olarak Osmanlı İmparatorluğunu gösterebiliriz. Bu devlet 1299-1922 yılları arasında 623 yıl hüküm sürerek, dünyanın en uzun süre varlığını devam ettiren devletleri arasında yer almıştır. İmparatorluğun son yüzyılını dikkate almazsak, bilhassa kuruluş ve yükselme dönemlerinde adil bir devlet düzeni oluşturdukları görülmektedir. Osmanlılar Balkanlar’ da yayılırken yerli halka zulüm yapmamışlardır. Yerli Hıristiyan halk Türkleri kurtarıcı olarak görmüşler, Latin kilisesine bağlanmak yerine Osmanlı yönetimini tercih etmişlerdir. Din ve vicdan özgürlüğüne saygı duymuş ve zulüm yapmamışlardır. O dönemde zulüm içinde kıvranan Avrupa’ da hızla ilerlemede, adil bir yönetim kurmalarının etkili oldu açıktır. Fatih İstanbul’ u fethettiğinde, Bizans halkına hiçbir zulüm yapmamış, haklarını teslim etmiş ve son derece adil davranmıştır. Bu adil devlet düzeninin, Osmanlı Devletinin temel devlet felsefesi olduğu ifade edilebilir. Bunun sonucu olarak da devlet 623 yıl gibi uzun bir süre hüküm sürmüştür.
Bu örnekler, adaletin devletlerin yaşam süreleri ile alakalı olduğunu göstermektedir.
Adaletin tecelli etmediği toplumlarda, bugün insanlık suçu olarak görülen zulüm vardır. Zulüm toplumda kaosa veya devlet düzeninde karışıklık, kargaşa ve bozgunculuğa yol açar. Karışıklık, kargaşa ve bozgunculuk veya kaos ise bir toplumun veya devletin yaşam süresini kısaltır. Buna göre yazının başına dönecek olursak, adaletin beka için bir zorunluluk olduğunu söyleyebiliriz.
Ömer Yürekli