logo

Selim GÖKÇE / Ruhumuzu Titreten Müfettişler

RUHUMUZU TİTRETEN MÜFETTİŞLER
Selim Gökçe

Osman Nihat AKIN

1905 senesinde İstanbul-Bakırköy’de dünyaya gelen Osman Nihat AKIN’daki musiki yeteneğini ortaokula gittiği sıralarda, kendisine musiki hocalığı yapan piyanist Sadri Bey sezmiş ve kendisiyle yakından ilgilenerek okuldan mezun oluncaya kadar ona iyi denecek kadar piyano çalmasını da öğretmiştir. Osman Nihat AKIN’ın dedesi Çorlu’nun köklü ailelerinden Osman Bey, Babası ise Osman Bey’in oğlu Nihat Bey’dir. Annesi Ahmet Rasim Bey’in kızı Rasime Hanım’dır. Ailede Türk sanat musikisine yoğun ilgi olduğundan Osman Nihat da bu ilgiden nasibini alır. Çok yaramaz bir çocuk olan Osman Nihat, ailesi tarafından yatılı okula verilir. Hâlbuki Sadri Bey’in gayesi, Osman’ı Viyana’ya göndertmek, Ona musiki tahsili yaptırtmaktır, ancak Sadri Bey buna muvaffak olamamıştır.

Osman Nihat, dedesinin emirlerini yerine getirerek önce İktisat eğitimini tamamlamış ve ancak ondan sonra musiki ile fiilen uğraşmaya başlamıştır. Dar imkânlar çerçevesinde, tek başına çalışmaya mecbur kalan genç sanatkâr, bütün vaktini piyanosunun başında geçiriyor, yaptığı eserleri kendisine çok yakın bulduğu arkadaşı Kadıköylü Dr. Talha Bey’e çalıp söylüyordu.

Osman Nihat’ınTürk musikisi repertuvarına sunduğu eserlerdeki orijinaliteye dikkat edilecek olunursa, onlarda, gelmiş geçmiş bestekârlarımızda az rastlanan bambaşka bir eda, ayrı bir çeşni bulunur. Mistik ve romantik okulun tamamen dışında kalan Osman Nihat, kendi ruhundan başka hiçbir tesirin altına girmeyecek kadar saf ve temiz kalmış nağmelerinde, doğallıktan asla ayrılmamıştır.

Musiki kabiliyetinden başka her biri birer berceste mısra halinde dillerde dolaşan şiirleri de Osman Nihat’ın ayrı bir kıymetli tarafıdır.

Osman Nihat’a, Leon Hancıyan da ders vermeye başlar. Fakat, O aldığı her dersten sonra, öğrendiği usul ve makamda bir eser besteleyerek hocasına götürüyor; Leon Hancıyan Bey’i hayretten hayrete düşürüyordu. Basit güfteler üzerinde yaptığı bu beste denemeleri çok ümit verdiği için Leon Hancıyan, Ahmet Rasim nezdinde yeni bir teşebbüse girişti. Osman Nihat’ın dinleyici sıfatı ile dahi olsa İtalyan konservatuarlarından birine devam etmesinin çok yerinde bir hareket olacağını söyledi. Bu teşebbüsten bir netice çıkmayınca, sanatkâr, hayatını kazanmak için memuriyete atılmaya mecbur oldu.İstanbul maliye dairesinde tahakkuk memuru olarak işe başladı.
İlk bestesi “Ne müşkülmüş seni sevmek, sana yar olmak” güfteli Suzinak makamındaki şarkısıdır. Kendisinin söylediğine göre, dedesi bir gün yanına çağırarak bir şeyler okumasını söylemiş. Osman Nihat AKIN bu eserini okuyunca, çok beğenen Ahmet Rasim Bey, kimin olduğunu sormuş. Kendi eseri olduğunu söylemeye cesaret edemeyerek Hacı Arif Bey’in olduğunu söylemiş. Duygulanarak gözleri dolan Ahmet Rasim Bey;

“Böyle bir eseri ancak O yapabilir” diye söylenmiş.

Şarkısının beğenildiğinden cesaret alınca dedesine gerçeği anlatmış, buna çok kızan dedesi; “düzenbaz, yalancı” diyerek bastonla kovalamış. Osman Nihat gittikten sonra mecliste bulunanlar gerçeği kendisine kabul ettirmişler ancak bu olaydan sonra dede Rasim çok üzülmüştür.

Dürüstlüğü, açık sözlülüğü ve açık kalpliliği ile etrafında geniş bir muhit ve sempati yaratan sanatkârın rind meşrep bir hali vardı. Geniş ansiklopedik bilgisi sayesinde, her konuda yazılar, fıkralar, makaleler yazdığı gibi, kendine has olan zarif nükte ve buluşları ile basın âleminde de kendisine şöhret yapmaya muvaffak olmuş kalemlerimizden biriydi ve inandığı davaların müthiş savunucusu ve takipçisiydi.

Osman Nihat AKIN, Türk müziğini hor görenlere şu espriyi yapmıştır;
“Oğlan çocuğu doğacak diye evdeki kız çocuğunun gırtlağını mı sıkmak lazım!”

Osman Nihat gençlik yıllarında yolda bir kız görür. Güzel kıza vurulur ve peşinden gitmeye karar verir. Issız bir yerde yaklaşarak güzel nağmeler yağdırmaya başlar. Fakat kız hiç yüz vermemektedir. Ele avuca sığmayan Osman Nihat, işi kolay kolay bırakır mı? Nüktelere devam eder. Kız en sonunda hırçınlaşarak; “Yeter ha! Şimdi polise söylerim.” diye tehdit edince Osman Nihat, “Aman Hanımefendi etmeyin. Niye polise de bana değil?” der.

Zor problemleri basite indirgemek hususundaki kabiliyeti sayesinde İstanbul Üniversitesi’nde, ekonomi ve işletme ekonomisi konusundaki derslerinde, öğrenci camiasında büyük bir alaka ve sempati ile karşılandığı gibi klasik eğitim yerine, yaşanılan hayattan bulup çıkardığı örneklerle ders verişi, hocalık hayatındaki başarının sırlarından birini teşkil etmiştir.

Osman Nihat AKIN’ı musikişinaslığının yanı sıra müfettişlik ve yazarlık hayatından da tanıyoruz. Konservatuara gitme teşebbüsü başarılı olamayınca hayatını kazanmak için iş hayatına atılmaya karar veren Osman Nihat, Maliye’deki tahakkuk memurluğundan sonra PTT’de müfettiş yardımcısı olarak göreve başlamıştır.

Osman Nihat AKIN, bir gün bir PTT şubesine teftişe gider. Teftiş sonunda evrak üzerinden alınan netice ile kasa içindeki para birbirini tutmaz. 25 lira eksiktir. Osman Nihat Bey Müdüre, şubenin yan tarafındaki Mal Müdürlüğüne gitmesini, nihai sayımın onun tarafından yapılmasını ister. Mal Müdürü gelir sayım yapılır ve para tamam çıkar. Teftişte olumlu biter.

Aradan birkaç ay geçer. Teftiş odasında iken bir mektup gelir. Mektubu gönderen teftişe gittiği şube müdürüdür. Mektubu hem okur hem ağlar. Merakla oradakiler sorunca anlatır. Mektupta şöyle denilmektedir;

“Beni Mal Müdürünü çağırmaya gönderdiğinizde 25 lirayı cebinizden tamamladınız, haliyle kasa tamam çıktı. Evet, parayı ben almıştım. Hanımım çok hastaydı, ilaç ve doktor parası olarak harcayıp sonra iade edecektim. Siz aniden gelmiş oldunuz. Yerine koyamadım. Sizin ince ve hassas kalbiniz durumu anladı ki, bana mesele yaşatmadınız. Bu yüzden size minnettarım.”

Herkes duygulanır ve üstadı hararetle tebrik eder. Ancak daha sonra içlerinden biri vazifeyi suiistimal etti ve yolsuzluğa çanak tuttu diyerek üstlerine ispiyonlar. Üstadın karakteri herkesçe bilindiğinden herhangi bir şey yapılmamış ancak bu durum üstada çok koymuş olduğundan, “Bir ihtimal daha var. O da ölmek mi dersin?” isimli unutulmaz eserini bestelemiştir.

Tarihçi, yazar, şair, Darülfünun müderrisi olan Ahmet Refik ALTINAY ile Osman Nihat iyi arkadaşlardı, beraber tavla oynar ve Büyükada Dilburnu’nda beraber gezerlerdi.

Kader onları 1937 yılında ALTINAY’ın ölümüyle ayırdı. Bu duruma çok üzülen Osman Nihat AKIN, ALTINAY’ın birinci yıl döneminde yine Dilburnu’nda gezerken hislerini nağmeye döktü ve dilimizden düşmeyen,

“Yine bu yıl ada sensiz, içime hiç sinmedi
Dil’de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi
Bende şaştım, nasıl oldu yüreğime inmedi
Dil’de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi”

İsimli nihavent şarkıyı arkadaşının anısına besteledi.

Birçok sanatçı gibi Osman Nihat da İstanbul hayranıdır. Bilhassa Ada’lara sıklıkla giden bir sanatçı olarak birçok eserinde, Ada’ların mistik esintisini hissetmek mümkündür. Osman Nihat, etrafında bulunan insanlar tarafından çok sevildiği için her bestesinin beğeni kazanması kolay olur. Sevilen kişiliği eserlerine de yansır. Osman Nihat AKIN son görevi olan İstanbul Yüksek Denizcilik Okulunda Ekonomi öğretmenliği yaptığı sırada, 14 Ekim 1959 senesinde akciğer kanserine yenik düşerek sessizce bu dünyaya veda eder. Bestekârın, çoğu popüler olmuş, tanınmış, ses sanatkârları tarafından plaklara okunmuş 38 kadar şarkısı bilinmektedir. Hasta olduğunu öğrendiği dönemlerde kaleme aldığı bir eser vardır ki dinlerken çok hüzün verir.

Makamı:Hüzzam/ Güfte-Beste:Osman Nihat AKIN

“Seyre daldık gonca-i handan-ı bir ömür bitti
Bitmedi o bülbülün efganı bir ömür bitti
Çok tabipler ilaç verdi dil-i hasta-ı aşka
İnledi ney gibi dil-ü canı bir ömür bitti.”

Üstadın diğer tanınan ve beğenilen eserleri arasında;
“Bir güneş bahtıma, bir gün doğacaktır sanırım- Uşşak Makamı”
“Göze mi geldim sen mi unuttun – Nihavent Makamı”
“Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin – Nihavent Makamı”
“O güzel başını göğsüme koysan – Kürdili Hicaz Makamı”
“Sensiz geçen her gün gecelerden de siyahtır – Nihavent Makamı”, sayılabilir.

Ahmet Arifi Bey

Müfettiş ve besteci (İstanbul 1856- Kayseri 1908). Babası ilmiye sınıfından Harputlu Mustafa Efendi’dir. Çok yönlü ve köklü bir öğrenim görmüştür. Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Rumca’nın yanı sıra Arapça ve Farsça öğrendi. Bestecilikten başka hattatlık ve gazetecilik de yaptı. Şiirler yazdı, yabancı dillerden çeviriler yaptı. Genç yaşta devlet hizmetine girdi, çeşitli yerlerde çalıştı ve bir süre de Takvim-i Vekayi gazetesinde müdürlük yaptı. İmparatorluğun önemli merkezlerinde Mutasarrıflık ve Mülkiye Müfettişliği görevlerinde bulundu. Bestelerinden en bilineni “Alemde ey serv-i semen” adlı rast aksak şarkıdır.

Cem ADALI

Cem ADALI 1951 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 1973 yılında Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden mezun oldu.

1974-1976 yılları arasında DEVA ilaç fabrikasında imalat şefi olarak çalıştı. 1976’dan 1981 yılına kadar Sağlık Bakanlığı bünyesinde Müfettiş Eczacı olarak görev yaptı. 1981 yılında İstanbul Ümraniye’de açtığı eczanesindeki çalışmalarını hala sürdürmektedir.

İlk bestesi sözleri Ahmet Rasim Bey’e ait olan “Bivefasın sevgilim sen, vefalı olduğun halde” isimli hicaz şarkısıdır. “Şarkılar söylerdin bana gel diye” ve “Anlatmak öyle zor birkaç satırla bu sevda deftere kitaba sığmaz” isimli bestelerinde sahibidir.

Yararlanılan Kaynaklar:
www.musikiklavuzu.net
www.adanamusikidernegi.com
www.telekomculardernegi.ogr.tr
www.gaziantepsabah.com
www.biraz.gen.tr
www.cemadali.com

Comment Form