logo-2-900×560 (1)

TEFTİŞ BİLİMİ DE KULLANAN BİR SANATDIR\Selim GÖKÇE

                         TEFTİŞ BİLİMİ DE KULLANAN BİR SANATDIR

                                    Sanat-Zanaat Düzleminde Teftiş

       Bugün Türkçede iyi yapılan her iş için “sanat” kelimesi kullanılmaktadır.Türkçedeki sanat kelimesi kapsamı bakımından pek çok oluş ve nesnelere ilişkin durumu içine almaktadır.Bugün en yaygın biçimde kullandığımız sanat kelimesi etimolojik bakımdan Osmanlıcaya dayanmaktadır. Arapça ve Farscada sanat kavramını ifade etmek için kullanılan kavramlar oldukça farklıdır.

       Sanat kelimesi Arapçada amel, iş yapma anlamlarını veren “san’a” kökünden gelmektedir ve yapılan işi, alet yardımıyla belirli bir el becerisiyle sürdürülen marangozluk, duvarcılık gibi meslek dallarını kapsamaktadır ve insanın akıl ve zekasını kullanarak yaptığı işleri anlatır. Bugünkü Türkçede kullandığımız sanat kelimesi Osmanlıcada bir değişiklik geçirmiş, yeni kazandığı anlam ve muhtevayla birlikte benimsenmiştir.

       Bugün Türkçede iyi yapılan her iş için sanat kelimesinden yararlanıp “askerlik sanatı”, “güzel konuşma sanatı” gibi kalıpları kullanmaktayız. O halde yapılan bir iş veya hareketin güzel, gelişmiş ve etkileyici bir biçimde görünmesi, onu bir sanat olarak tanımlamamıza sebep olmaktadır. Bir anlamda insan yaptığı işi yüceltebildikçe, ona bir parıltı katabildikçe,sanat olgusuna biraz yaklaşabilmiş sayılır. Yani sanatın ayırıcı özelliklerinden birisi de, onun günlük, basit ve sıradan şeylerin üstünde olmasıdır.

       Halk arasında sanat kelimesi insanların ihtiyaçlarından birisinin karşılanması konusunda öğretilen ve yapılan iş anlamında kullanıldığı gibi, ustalık-hüner-marifet anlamında “bu işte bir sanat var” şeklinde de kullanılmaktadır.

       Sanatın TDK sözlüğündeki tanımı, “ Bir duygu, tasarım, güzellik vesairenin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık” şeklindedir.

       Sanat eseri ise insanda estetik heyecan yaratan, güzel hisler uyandıran nesne, eser, duygu yada düşünce şeklinde ifade edilebilir.

       Leo Tolstoy “sanat nedir” adlı kitabında sanatı, “eşsiz yaratıcılık ile onu algılayan kişi arasındaki duygu alışverişidir” şeklinde tanımlamaktadır.

        Sanat insanların hayal dünyasında yer alan güzellikleri, duyguları, düşünceleri, yaşadıkları yada hissettikleri görsel, bilimsel ve sözel yöntemlerle ifade etmek iken, “zanaat” insanların maddeye olan ihtiyaçlarını gidermek için yapılan eğitim, beceri, deneyim ve ustalık gerektiren işlere denilmektedir.

  • 2   –                                       

       Sanat eserleri kendine özgüdür, genellikle tekdir ve eşi yoktur. Zanaat eserleri ise birden fazladır ve istendiği zaman sayısı artırılabilir ve sürekli olarak yenileri yapılır.

       Sanatda yaratıcılık ön koşuldur. Zanaatde eğitim ve ustalık önemlidir.

       Sanatcının eserlerinde duygu ve hisler ön plandadır, zanaatkar ise belirli bir program ve plan dahilinde eserlerini meydana getirir.

       Sanat eserinin yapılmasının ana amacı güzellik ve estetik yaratmaktır, para için yapılmaz. Zanaatci ise eserini bir fayda sağlamak ve para karşılığı satmak için meydana getirir, zanaat bir meslekdir ve bu sebeple de doğal olarak para kazanmayı hedefler.

       Tüm bu farklılıklara  karşılık sanat ve zanaat arasında benzerlkler de vardır. En önemli benzerlik ise her ikisinin de  yetenek, emek ve beceri gerektirmesi ve her ikisinin de temelinde tasarımın yatmasıdır.

       Kısacası sanat yaratıcılık, zanaat ise ustalıktır.

       Basit anlamda söyleyecek olursak, sanatçı, sanatı gerçek anlamda özümseyen, önemseyen, sanatı kendi kişiliğinde eriterek, güzel şeylere dönüştüren, insan olmak bilincini en üst düzeyde tutan kendini aşan kişidir.

       Başka bir ifadeyle, sanatçı, herkesin, duyduğunu, gördüğünü , hissettiğini, düşündüğünü farklı şekilde duyan, gören, hisseden, düşünen, yorumlayan  ve yansıtarak, duyulmayanı duyan, görülmeyeni gören, olmayanı bulandır. 

       Resim, heykel, müzik, tiyatro, edebiyet, dans,mimari, sinema gibi güzel sanat dallarının yanısıra diğer sanat dalları da her zaman insanların hayatında ve gündeminde olmuştur.

       Mesela, sanat ve tıp iki farklı alan gibi görünsede yüzyıllar boyu hep bir arada olmuştur.

       Sir William OSLER  1892 yılında, “İnsanlar arasında büyük farklılıklar olmasa tıp, bir sanat yerine bilim olabilirdi.” demiştir.

       Batıda teknolojik teşhis yöntemlerinin yanında artık pek çok doktor hasta ile ilişkide sanatın görsel etkisi ve yalın anlatım niteliğini daha fazla kullanmaktadır. Sırf bu nedenle plastik cerrahlar aslında malzemesi insan olan heykeltıraşlığa daha çok yaklaşmaktadır.

       Hekimlik, bilimsel düşünce ve tekniğin basit bir uygulaması değildir. Beş duyu ile kazandığı semptom ve bulgulara “medikal önsezi” diyebileceğimiz altıncı duyu ile elde ettiklerinide eklemelidir. Hastaya insana ait olduğunu hatırdan çıkarmamalı, sevgi, şefkat ile örülerek örgütlenmelidir.

       Meslekler zaman sürelerine göre kısmi statü, tam statü olarak ikiye ayrılırlar.Hekimler bunların hiçbirisine uymaz, ne part time, ne full time, gün 24 saat “all time”dır.

       Tıp, insanlığı hastalık bağlamında anlama sanatıdır. Nitelikli bir tıp doktoru olmanın temel şartı, yeterli bilimsel bilgiye sahip iyi bir sanatçı olmaktır. Ne sadece bilimsel bilgi, ne de tek başına sanat veya benzeri bilimler hastayı iyileştirmeye yetmez.

  • 3  –

       Tıbbi beşeri bilimler  öğrencisini daha insancıl (yardımsever, sempatik ve insan refahı için endişelenen bireyler) yapmaktadır.Tıbbi beşeri bilimler kavramı öncesinde “medikalizasyon” kavramı hakim iken, günümüzde beşeri bilimlerin etkisi ile biyopsikososyal kavramı ön plana çıkmaktadır. Dünyadaki birçok tıp fakültesi, felsefe, etik, edebiyat, tiyatro ve sanatın diğer dalları gibi disiplinler aracılığıyla 1950’lerden itibaren tıp eğitim müfredatına beşeri bilimleri entegre etmiştir.

       Tıbbi beşeri bilimler, hekimlere eleştirel ve yaratıcı düşünce becerileri, kişilik ve ahlaki gelişim, tıbbi sorun ve ve küresel olaylar hakkında farklı perspektif geliştirme özelliği kazandırır.

       Tıp bilim ve bilimsel metodları hekimlik sanatı ile birleştiren bir disiplindir. Hastalığın sanata eğilimi insanlık tarihi kadar eski, tıbben bilimsel temeli ise oldukça yenidir. (Goldman and Ausiello)

       Tıbbi Beşeri Bilimler Derneği, tıbbi beşeri bilimleri, tıbbın insan tarafı ile ilgili tıbbi uygulama, eğitim ve araştırma yönlerini içeren, interdisipliner bir bilim alanı olarak tanımlarken,

       Evans, İnsan hayatının tüm karmaşıklığını, farklılığını ve belirsizliğini çok geniş bir tuvale çizilmiş resim olarak görme sanatıdır demektedir.

       Tıbbi beşeri bilimler kavramı öncesinde insanın yapısını, davranışlarını ve tabiatını sadece tıbbi terimlerle açıklama eğilimi bulunmaktaydı. 1950’li yıllarda Parson’s bu eğilimi “Medikalizasyon- Tıbbileştirme” olarak ilk kavramlaştıran kişi olmuştur. Bunun sonucunda ise hasta-hekim ilişkisi standardize edilmiş ve tedavi süreci hekim merkezli hale gelmiş olur. Kısaca hastadan çok hastalığa odaklanmış olur. Bu durum “Biyomedikal model” olarak adlandırılmaktadır.

        Biyopsikososyal modelde ise tıp, sadece hasta yada hastalığı değerlendirerek tuvale çizilmiş resmin bir bölümünü görmek yada bir şarkının sadece nakaratını dinlemek değil, tuvale çizilmiş resmin bütününü görmek ve şarkının tamamını dinleyerek bütünle ilgilenme sanatı olan “tıbbi beşeri bilim” savunulmaktadır.

       Cecil’s textbook of medicine adlı tıp kitabında “Tıbbın, bilim ve bilimsel metodları hekimlik sanatı ile birleştiren bir disiplin olduğu “ ifade edilmektedir.

       Toparlamak gerekirse, tıp hem bir sanat ve hemde bir bilimdir. İki kavramda bozuk paranın iki yüzü gibi birbirinden bağımsız ve birbirinden ayrılmaz kavramlardır.

       Meula Galen’in bir sözü vardır: “İyi doktor aynı zamanda filozoftur.” Çünkü amaç kainatı, insanı anlayıp sağlığı o bütün içinde görebilmektir. Bu bağlamdan kopardığınızda, mesela hücreye baktığınzda insanı göremiyorsanız, kainatı göremiyorsunuz demektir ve sorunu tanımlamanızda üreteceğiniz çözümlerde derinlikten yoksun demektir.

       Türkiye de tıp eğitimi gibi hukuk, iktisat, kamu yönetimi vb. eğitim sürecide teknik ve şekilden  ibaret bir eğitime dönüşmüş durumdadır. Bir doktor baktığı yerde sadece organları yada işleyen sistemleri görüyorsa ve ötesine geçemiyorsa veya bir hakim veya müfettiş insandan ziyade sadece suç, kabahat, yolsuzluk vb. sadece statik durumu görüp ötesine geçemiyorsa ve her suçlunun altında bir insan olduğunun farkında değilse burada bir sorun var demektir.

  • 4   –

Nasıl edebiyatçı romanıyla ve hikayesiyle konuşuyorsa ve bir defalık bir eser yaratılmışsa, Müfettiş de raporuyla konuşur ve o konuya veya olaya münhasır olmak üzere düşüncesiyle, kalemiyle, insana ve olaya yaklaşımı ve bakışıyla bir defalık bir eser/sanat yaratır, şayet tektipleşmiş veya sıradanlaşıp standart bir hal almış bir rapor ise o zaman bu zanaat haline gelmiştir. Denetim ustalarıyla sanatdır, aksi takdirde zanaat olarak kalır.

 Müfettiş bir ressam gibi olayı veya konuyu resmedip, canlandırarak, bir heykeltraş gbi olaydaki fazlalıkları atıp somut gerçeği yansıtarak, bir mimar gibi raporunu tasarlayıp, şekillendirip somut hale getirerek, bir yazar gibi güzel ve özenli seçilmiş kelimelerle konuyu en iyi şekilde anlamlandırıp güzel sanat haline getirerek, bir hikayenin oyuncular tarafından temsil edildiği bir tiyatro eserine benzer şekilde dramatize etmeden ve asıl hikayeye eklemeler yapmadan bir oyunun tasarlanmasında olduğu gibi olayın ve oyuncuların olduğu bir denetim veya soruşturma konusunu bir dramaturg gibi işleyip seyirciler yerine konunun ilgililerine sunar. Bir anlamda Müfettiş tüm enstrümanları kullanan ve Şefide kendisi olan bir orkestra gibidir.

 Yine, Müfettiş danstaki ritmi ve uyumu baybetmeden, sanatçının sanatı kendi kişiliğinde eriterek, güzel şeylere dönüştüren, insan olma bilincini en üst düzeyde tutan, kendini aşan kişiliğinde olduğu  gibi, herkesin duyduğunu, gördüğünü, hissettiğini, düşündüğünü farklı şekilde duyan, gören, hisseden, düşünen, yorumlayan, yansıtan, duyulmayanı duyan, görülmeyeni gören, olmayanı bulan yani tıp biliminde kullanılan Medikalizasyon – Tıbbileştirme kavramından hareketle, denetimde de Denetimizasyon –Denetimleştirme veya Müfettiş – Memur (Kamu görevlisi) ilişkisini sadece mevzuatla veya hukuki terimlerle açıklama eğilimi yerine, mevcut durumu veya hastalığı memur ile birlikte değerlendirerek resmin bütününü görmek ve bütünle ilgilenme sanatı olan denetimi, bilimi de kullanan bir sanat haline getirdiğinde Müfettiş artık sanatçı olmuş diyebiliriz.

                                                                                                                                 

Selim GÖKÇE

                                                                              DMO Gn. Md. Başmüfettişi